Çok "Acı Lokma"

1917 doğumlu Fahri Erdinç’i “Kalkın Nazım’a gidelim” kitabıyla tanıdım. “Acı Lokma” romanı, özgeçmişinden ilgimi çekti ve yazarlığıyla da geri planda kalmış bu mücadeleci kişiyi keşke daha çok kişi okusa, diye düşündüm.

Siyasi kimliği nedeniyle yıllarca yurtdışında sürgün yaşayan Erdinç “Acı Lokma”da hem bu yılları hem tütüncülük yapan ailesini, bu çevrede geçen çocukluk ve köy öğretmenliği yıllarını anlatıyor.

Endişeli bir kaçışla başlıyor ilk sayfalar; vatanlarından mecburi kaçan 3 arkadaş tam da Sabahattin Ali’nin katledildiği yerlerden geçiyorlar. “Özgürce soluyamadığımız, yönetimine katılamadığımız yerse eğer vatan, ben vatansızım.” diye düşünüyorlar.

Çocukluğunu büyüttüğü Ege kasabasının tütün işçiliği yapan bin çeşit insanını, bir yandan inkılapların girdiği köyde bir yandan geriliğin bastırdığı davranış modelleriyle ve kara mizah bir anlatımla ortaya seriyor Fahri Erdinç. “İnsan, sırtında taşıdığı insanı kardeşi bile olsa çekemiyor.” cümlesi, yoksunluğun çaresizliğini anlatıyor. “Oyuncaksız kalan çocuklar neden her yıl ikişer üçer yaş birden büyümez, bilmem!” derken de, devamında küçücükken “belini kırmadan çapalanması” gereken tütünü kırdığı zaman yediği dayakları okuyoruz...

Tüccar-köylü ve tütün piyasasında değişmeyen kural “fiyat kırılmaları” ve köylüden düşüğe alınıp pahalıya satılan tütün... Bu dönemin o güzel sözünü hatırlıyorum: “Köylü milletin efendisidir.” Bu durumda yazık ki tüccar da köylünün efendisidir, dedirtiyor okuyana!

Şapka kanununa uymayıp fesle dolaşan köylüyle Gazi’nin diyalogu da düşündürücü. Fesle şapkayı değiştirip giyiyorlar ve şöyle diyor adam: “Benim eski kafa şapkayla da yenilenmez. Siz bu fesi giyseniz de yeni kafanız eskimez. Bu işe ters başlandı gibime geldiğinden...”

Öğretmen oluyor sonra Fahri: “Öğretmen olmak dağ başına çivi gibi çakılmaktır. Mum olup da köyün orta yerine dikilmektir. Kendini yakıp da karanlığa azıcık ışık tutmaktır.” Bu umutla yola giriyor. Babası ise karamsar; “Sen daha yurdu tanımazsın, köyü bilmezsin!” diyor ona. Gerçekten de Fahri öğretmen gerici hocanın baskılarıyla mücadele etmekten öğrencilerini toplayamaz; “Hoca zorlu üflüyor. Benim mumun yalımı titriyor.” 

Kaymakama söylüyor durumu; “Kaymakam ‘ileri gitme’ dedi. Geri gidiyoruz öyleyse!” ... “Dışımızda elektrik de yansa para etmez. İlle kafamızın içinde bir ışık yanmalı önce.”

Bu kez konservatuar sınavlarını kazanıyor ve Sabahattin Ali hocası oluyor: “Hikâye yazmaya oturunca karşı dağlara, bulutlara bakma. Bulunduğun yere, çevrene, sokağa, insanlara bak önce. O alaca boyalı tasvir fırçasını at elinden. Tumturaklı konuşmaya da özenme. Sakın bilgiç de olma...”

“Kaçtımsa, satılan Türkiye’den kaçtım. Kurtulacak Türkiye’nin kavgasına katılabilmek için.” diyen Erdinç’e Sabahattin Ali’nin son sözü ise; “Korkma bataktan, çabala!” oluyor.

“Acı Lokma” daha Gazi Mustafa Kemal yaşarken başlıyor ve Ege’de Milli Mücadele'ye katılan bir köy ve tam da onca yapılan şeye rağmen bugün hâlâ gericilikle uğraşmamızın tohumlarının serpilişi gibi. Tüccarların, hocaların hakimiyeti ve Batı kapitalizmine yönelen Cumhuriyet’te geriye gidiş başlıyor.

 Hüzünle okunan bir yansıtma ve çok akıcı bir dili var yazarın, hem üzgüyle hem keyifle okuyorsunuz.

Fahri Erdinç, "Acı Lokma", "Kalkın Nazım'a Gidelim", 2006 Yordam kitap


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Nedir Savaş?"

Kıyamet dedikleri… Kuyruklu olmasın!

Yeryüzü Ozanı’ndan bize kalan…