1912’de Cadı’ya inananlara çok şaşmak!!
“Müslümanlıkta iki şeyde telaş lazımdır: Kız evlendirmekte… Cenaze kaldırmakta…”
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın 1912'de yazdığı "Cadı" romanının daha ilk satırlarında bu cümleyi okuyunca nedense aklıma bir siyasetçi geldi! Kendisini (ya da siyasetini) tanıtırken şöyle demişti: “Ben cenazelerde ağlayan, düğünlerde sevinen bir insanım!” Yani telaşımız çoktur, diyordu demek ki, bizi başka şeylerle oyalamayın! Onu sevinciyle bırakalım, Cadı’ya dönelim…
Yeğenini evlendirmekte telaş eden kadın karakter, eski karısının ruhunun öbür dünyadan kalkıp kalkıp geldiği talihsiz adamı "damat namzedi" yapınca olaylar başlıyor! O kadar ki “rahmetli kadın"dan küçük notlar mektuplar bile geliyor kocasına, sakın üstüme evlenmeyesin, diye!
“…Öbür dünyada kırtasiye mağazaları mı var? İngiliz ticareti orada da mı geçerlikteymiş?” cümlesi trajikomik bir çizgi çiziyor okuyanın dudağına.
Cadı’dan zor kurtulan önceki eşin anlatımları o kadar sahici bir seyir izliyor ki… Öncelikle bu safsatalara hiç prim vermeyenler bile bu kadının hiç de öyle cahil ve kör inançlı değil, okumuş, bilinci yüksek biri olduğunu görünce, hâlâ inanmamakla birlikte olayları bir yere de bağlayamıyorlar yazık ki…
Romanlarında aralara girerek ya da karakterlerinin ağzından bilgi aktarmayı çok seven Hüseyin Rahmi Cadı’da da insan, zaman, geçmiş, gelecek gibi konularda alakalı alakasız felsefi sorgulamalar da yapıyor. Bu canlanan ruh’a hiç inanmayan, anlam da veremeyen ‘talihsiz’ koca da sorgulayanlardan biri;
“İnsanlara karanlık olan ‘gelecek’, ruhlara neden apaçık oluyor? Ölümden sonra, şimdiki zamanla gelecekle ilgili bütün Tanrısal sırlar bunlara açılıyor mu?” derken ve hatta şunları eklerken şaşkınca, çok haklı değil mi?
“Madem ki bize bilinmezliklerden haber verecek iyiliksever ruhlar varmış; niçin bunları çağırıp da ‘oğlum sınavdan geçecek mi? Bu yıl aylığım artacak mı? Eşim kız mı oğlan mı doğuracak?’ biçiminde çocukça şeyler sorayım?Çözümlenecek ne önemli güçlükler var…”
Neyleyelim ki o bir sürü derdi olan dünyaya “çözüm” için bir “ruh” gelmiyor; bazısı sadece yattığı türbeyi “yukarı kaldırıp sonra indirmeye”, bazısı rüyaya girip “gönlünü ferah tut deyip müjdeler ihsan etmeye”, bazısı direk görünüp “cennet tapusu” vermeye filan geliyor çok çok!
Hüseyin Rahmi üstadın dediği gibi; “Ruh başlayınca fen susuyor!”
Romanın sonuna doğru ve hatta yıllar sonra anlaşılıyor işin aslı, yaşadıkları tüm o anlam verilemeyen ve hatta çoğu zaman ürküten ‘işaretler’ veren “cadı”nın “kim” olduğu…
Ve neylesin “talihsiz” koca artık gerçeği! Yıllarca bu cadı masalı onu eşsiz bırakmış ve Hüseyin Rahmi, romanı sonlandırırken bu durumdan mizah çıkarmayı da ihmal etmemiş!
“Anlamak ve anlaşılmak” gayesini her şeyin üstünde tutan Hüseyin Rahmi, II. Abdülhamit sansüründen nasibini ziyadesiyle almış, yazı yazması engellenmiş, aynı zamanda Servet-i Fünun döneminin “avam için sanat olur mu” hezeyanındaki ‘eleştirici’leriyle de polemiğe girerek hem edebiyat hem tiyatro yazılarıyla günümüzü bile karşılayabilecek yorumlar yapmış.
Edebi üslubu ve tekniği çok gözetmeyen, bu sebeple de eleştirilen yazar için, Efdal Sevinçli şöyle diyor; “Roman estetiği ister zedelensin ister zedelenmesin o dönem ve koşullarda yaşamsal bir gereği var.”
Hüseyin Rahmi de şu sözlerle bu yolu bilinçli seçtiğini vurguluyor belki de; “Halk için edebiyat olmazmış… Ne saçmalık! Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir millet yok olmaya mahkûm olsun, biz karşıdan seyrine bakalım, öyle mi?”
H.R.Gürpınar, Cadı, Özgür yayınları, 2016
Yorumlar
Yorum Gönder