Yeryüzü Ozanı’ndan bize kalan…
“Tutuculuk ezberle başlar. Dinsel öğretimin etkisiyle anlamsız okuma (kıraat) yani seslendirme ve ezber okullara egemen oldu. Bugün de bütün okullarda ezbere yönelindi. Hayli düşündürücü ve anlamlıdır.”
80 darbesinin toplumun üstüne
saldığı din sisi’nin okullara bulaştırdığı “tutuculuk-ezber”i “düşündürücü ve
anlamlı” bulan Rıfat Ilgaz’ın sözleri o dönemden beri güncelliğini yitirmedi bu
ülkede. Ufkumuza bir taş gibi oturtulmaya yeltenilen ÇEDES, Maarif Yasası gibi ucube
açılımları planlayıp geleceği de bu sis’le kapatmaya çalışan şebekeye isyan
ederken bugün, Ilgaz’ın direncini, eylemliliğini de hatırlıyoruz.
Olgunluk, tamlık, sonsuzluk
anlamında kullanılan bir sayı; 40! Bu anlamları tam da hakedenlerden biri Rıfat
Ilgaz. Onu 40 rakamıyla asıl buluşturan ise 40’lı savaş yıllarının karanlığında
kalemiyle, beyniyle mücadele ederek yüreğini ortaya koyması ve 1986’da yazdığı
“40 Yıl Önce 40 Yıl Sonra” başlıklı anılarıyla savaş bitse de faşizmin hiç
bitmediğini, “açların boyun büktüğü memleket”te gerçekçi yazarların hep
gözetimde olduğunu, 70 yaşındayken de oğlunun evinden alınarak saatlerce
sorgulandığı yılları anlatıyordu…
“Hoca!” demişti Cide’nin “ileri”
gelenlerinden biri, “Emekliysen emekliliğini bil! Çek bu gençlerden elini!”
Cideli idi, Cide’de idi, buranın sorunlarını anlatan bir piyes yazıp çocukların
gençlerin izlemesini sağlamaktı bu “el”in sebebi!
Peki hangi ellerin gençlere
uzanması işlerine geliyordu o “ileri” gidenlerin? “Nurcu, Süleymancı denilen
kişiler geceleri kimi evlerde toplanıyordu. Gece toplantıları, tekkecilik alıp
yürümüştü bu köyde. İşin daha acı yanı iki lise öğretmeninin adı da geçiyordu
söylenenler arasında…”
Cide’ye geleli nasıl da
dokunmuştu oradakilerin yaşamına; köyün camisinin su sorunundan, balıkçıların ve
motorlu taşıyıcıların kooperatifleşmesine, köprü ihtiyacından Halkevi’ndeki tiyatro
çalışmalarına, öğrencilerle birlikte köy köy gezerek Cideli kadınların Sarı Yazma
geleneğini araştırıp piyese dönüştürmesine, Sarı Yazma’yı romanına katmasına,
Bartın gazetesindeki köşe yazılarına… O kadar katkısı olmuş, ilçede öyle
sevilmiş sayılmış ki Belediye ona kendine ev yapması için arsa vermiş. Rıfat
hoca ise oraya ev değil 3 katlı bir kütüphane yapmak için kolları sıvamışsa da
tam da o sıralarda demir ve çimentoya gelen aşırı zamlar bu inşaatı durdurmuş.
Ekonomi hızla çağırıyormuş darbeyi netekim!
Seven sayanın yanısıra düşmanı da
çoğalıyormuş elbette, ‘umudun düşmanı’ olanlar… “Demokrasiyi yozlaştırmak için
önce halkın yozlaştırılması gerektiğini bu çarıklılarımız bizden çok daha iyi
biliyorlar. Gençlerini, aydınlarını ele verip meydanlarda ağzı kulaklarında
şişinenler… Uğurlayıcı olmakla, ağa olduklarını sananlar…”
İlk romanını daha 12 yaşında Kuvay-ı Milliyeci Rahime Kaptan’dan etkilenerek yazan Ilgaz, dönemin ruhuyla erken olgunlaşmış, Millî Mücadele yıllarında yurt ve halk sevgisiyle bilenerek basımevlerinde usta olmuş ve yazarak, hep yazarak “yeryüzü ozanı” olmak yoluna girmişti.
Ve bu ozan bileği zincirli gözü
bağlı Cide sokaklarından geçirilirken; “Gençlerin baş papazları da yakalandı!” hezeyanıyla
uğurlanıyordu! “Uğurlayıcıların ağzı kulaklarındaydı. İstedikleri olmuştu
demek. Memleketlerinden, okumuşlarla okutanları alıp götürüyorlardı işte.
Hiçbir şeyin değişmesini istemedikleri belliydi… Görevini yan tutmadan
yapanların karşısında hemen her yerde, her zaman aynı kişilerdir boy
gösterenler. Bunlar da çoğu zaman malla mülkle parayla ilgili kişilerdir.”
Sorgu başladığında jandarma; “Anlat!
Cide’ye niçin geldin? Cide’de oturmanın nedeni?” diyor.
Rıfat hoca düşünüyor; “Suçum
buydu demek! Saltanatla buraya getirilmemin nedeni, bunca yorgunluklar açlıklar
uykusuzluklar… Cide’ye gelmek, Cide’ye yerleşmek istememdendi demek… Ömrümün
son yıllarını burada geçirmek… Üç beş şiir, birkaç roman yazabilmek… Mizah
ürünleri… Öyküler, oyunlar… Köşe yazıları… Anılar…
Geride kalanlara ne bırakacağım,
Çocuklarıma,
Onların da çocuklarına?
Olsa olsa
Karadeniz’den payıma düşeni
Beş on evlek yer gökyüzünden…”
Albay beğenmez sorgu tutanağını,
içinde ceza gerektiren bir şey yoktur! Oysa yol arkadaşı Ramazan Tuğtepe “kalaşnikofları
nereye gizlediğini” söylemişti! “Yaşamını tiyatro çalışmalarımız nedeniyle
yakından izlediğim Ramazan’ın böyle bir eylem içinde olduğuna en çok şaşan
bendim!”
“Ne yapayım hocam? Halkevi Başkanı
oluşum bazılarını kızdırmış olmalı. Baktım kötü yükleniyorlar. Bütün silahları
gömdüm, dedim… 1213 tane kalaşnikof! Nerde, dediler. Götürün Cide’ye göstereyim,
dedim. Gittik… Gözünü sevdiğimin Cidesi… Bahar gelmiş dağlarına… Silahları
bulamayınca biraz öfkelendiler. Ama ne yapayım Karadenizliysek kalaşnikof da
yapamazdık ya şemsiye demirinden! Yediğimiz dayak kâr kaldı yanımıza…”
Anadolu insanında henüz korku
dağları aşmamış, içtenlikle davranıyor, merak ediyorlar Rıfat hocayı… Piyasa,
insan ilişkilerini ele geçirmemiş henüz. Çavuş ve onbaşı eşliğinde götürülürken
kışlaya, arabanın içindekiler çok da bir şey olmayacağına emin gibi… Sürücüden;
“Sarı Yazma’yı daha yeni bitirdim. Buraların romanı…” cümlesini bile duyuyor
Ilgaz.
Oturmasın diye başına diktikleri nöbetçi
şaşkın; “Amca! Taşköprülü öğretmenler senin yazar olduğunu söylüyorlar. Bizim
Astsubay Cide’deki evinizi aramış, arkadaşlarla. Her yer kitap gazete…
diyorlar. Aklım ermiyor! Bu kadar kitabın var da… Sizi neden getirdiler… Bu
operasyon… Ne olmuş ki Cide’de?” diye soruyor!
“Askerlikten önce Hababam Sınıfı’nı
okumuştum.” diyen Ispartalı onbaşı; “Size buralarda rastlayacağımı hiç
düşünmemiştim.” diyor. “Cide’yi çok sevdim. Dün gece bir kızı evinden aldım.
Ama, ne kız!.. Kitaplarınızı okumuş, açık açık da söyledi. Ne olmuş okudumsa
dedi, sorguda!”
“Akşama doğru Samsunlu Azem yeni
gelen nöbetçi arkadaşına koğuşun mevcudunu bildirirken Yılmazer’le ikimizi
ayrıca tanıttı. Gözlerimiz bağlı oturabilecektik şu yatakların üzerinde,
yaşlıydık.”
Devlet bırakmadığı gibi verem
illeti de düşmüyor yakasından hocanın. Gözaltında bu kez Ballıdağ Sanatoryumu’na
iyileşmeye gidiyor. “1500 metre yükseklikte çamlar arasındaki bir yerde nöbet
tutmak jandarmaları çok sevindirmişti. Üçü gece ikisi gündüz için beş nöbetçi…
Daha ilk nöbette G-3’lerini yatağımın birer yanına bırakıp bana çay hazırlamak
için mutfağa inmişlerdi.”
“Ne olmuş ki Cide’de?” Güzel
soru! Rıfat hocanın cevabı daha güzel; “Belki de hiçbir şey olmadığından
getirdiler bizi! Ne tabanca patladı ne de banka soyuldu bugüne kadar…” Ne gam!
Cide Sıkıyönetim Bölgesi çoktan ve gözaltı bitince çıkıyor Cide’den oğlu Aydın’la;
“Kaçıyorduk, ama kimden?
Komutandan mı? Dışardan gelenlere gönüllü olarak bilgi veren tuz-ekmekçi
memleketlilerimden mi? Son günlerde büsbütün ölçüyü kaçıran tarikatçı,
şeriatçılardan mı? Cideli tutucular, kendi yetiştirdikleri çocuklarından, kendi
aydınlarından mı korkuyor acaba, diye düşünürüm zaman zaman…”
Bunca baskı, hapis, hastalık ve
buna rağmen ve tam da bu yüzden hep yazıyor, yazarak çağının nabzını tutuyor,
yolumuza ışık oluyor. “Bir şairin kendinden bahsetmesi kadar tabii ne olabilir?
Veremim, hastaneden bahsediyorum suç oluyor. Öğretmenim, çocuklarımdan bahsediyorum
suç oluyor, tutuyorlar, cezaevine atıyorlar. Mahpushaneden bahsediyorum suç!
Rahatça yaşatın bizi de rahatlığımızdan bahsedelim! Vatandan milletten bizim
kadar candan söz eden olmadığı halde onların dilinde vatan haini, millet haini
oluyoruz.” diyerek Ilgaz, gerçekçiliğin her dem bir “tutum” olduğunu bir kez
daha hatırlatıyor.
Aklımda, 70 yaşında ve gözü bağlı
sorgusunda verdiği o dimdik 3 cümle; “Yaz! Sosyalist! Başka vereceğim bir yanıt
yok! Bunun açıklamasını her yerde yapabilirim!”
Rıfat Ilgaz, “40 Yıl Önce 40 Yıl
Sonra” Çınar Yayınları 2018
Deniz Dengiz Şimşek, “Rıfat Ilgaz
Bir Yeryüzü Ozanı” İndie yayınları 2018
Annemin memleketlisi Rıfat Ilgaz. Defalarca gittim ama müze evinin hep kapalı zamanına çatmışım
YanıtlaSilYoksa hep kapalı mıydı Sn. Gülden Işık?
SilSayın Özlem Yücesan,
YanıtlaSilRıfat Ilgaz Ustayı çok güzel yazmışsınız. Çok sağ olun. Bir an kendimi Ustayla yan yana, cezaevinde, Cide caddelerinde sandım. Nerdeyse ömrü böyle geçti ama bunca nitelikli yapıtı yszabildi. Okurunu yürekdaşı kıldı.
Sanırım yetmişli yılların sonuydu. ODTÜ'ye geldiğini, bizi kırmadığını anımsıyorum. Oğlu Aydın Ilgaz da çok kişilikli insan, yazar, mühendisti. Kitap fuarlarında sarışır, görüşürdük.
Saygıyla
Teşekkür ederim Günay hocam. Sadece yapıtlarından bilsem de Rıfat Ilgaz'ın hep ayrı yeri vardı bende. İlk okuduğumdan beri onun gibi yazmayı hayal ederdim. Özellikle de gazete dergi yolculukları... Saygılar..
Sil